30 Eylül 2014

Kitap

Işığın savaşçısının el kitabı mı neydi adı. Okudun mu onu?

15 Ocak 2014

Leylek Türleri

Ciconia, Ephippi, Mycteria, Leptoptilos, Anastomus, Jabiru

28 Eylül 2013

14 Haziran 2013

Diren Gezi


İyi olacak mıyım Doktor Bey?

Doktor Bey,

Bugün rüyamda Tayyip Erdoğan'la camiye gidip parti yapıyorduk.
After'a çağırdılar arap yarımadasındakiler. gitmeyelim dedim. yok yok dedi ayranları shot yapıp üzerime atladı. Tam french kiss yapacakken kan ter içinde uyanmışım. Bi baktım gezi parkındayım. Millet her yere işiyor. Ağaçları yakıp, dinsizlik uğruna her yere sıçıyorlar...

Sonra bir kedi gelip gözlerindeki fosforla beni hipnotize etti.
Sonra bi baktım bi otelin lobisindeyim. Divan oteli oldugunu sanıyorum. Ama meğersem faiz lobisindeymişim. Her yerden faizler çıkıyor iniyor. "Ağabey diyorum nedir bu neler olayeör?" O anda birden akaretlerde üzerine işenen türbanlı kadın geliyor yanıma. Hadi diyor dolmabahçedeki camiiye gidiyoruz parti varmış. Biraları kap gel. Tam ulan ne oluyor derken  bi anda alnıma bi gaz bombası kapsülü isabet edince bayılmışım.

Uyandığımda bir takım dinsiz tıp öğrencileri tarafından tedavi ediliyordum. Ağızları leş gibi alkol kokuyordu. Hepsinin bu hummalı çalışması karşısında şoka girdim. Bırakın beni dedim. Pis ayyaşlar. Çapulcular.

Derken bir kadın geldi yanıma. Evladım dedi. Ben dedi burdaki çocukların annelerinden biriyim. Kaptım evden yemekleri, battaniyeleri, ilaçları geldim. Siper ediyorum kendimi dedi. Çocuklarımı korumaya, bu gidişe bir dur demeye geldim! dedi.

Yahu neler oluyor siz kafayı mı yediniz nerdeyim ben? diye söylenirken iç işleri bakanı yanıma geldi. Koluma girip avukat dövmeye gidiyorum ben gelcen mi kanka? dedi.
Çağlayan Adliyesi'ne gittik beraber. Derken telefonum çaldı. Arayan Yabancı basındı.

Abi dedi ben orda bi şeyler oluyor diye duyuyorum. Destek mi versem ne yapsam tam bilemedim. Zamanında çok yanlı bir yayın politikası izlemiş olsam da bu sefer olayları kamuoyuna aktarayım bari diye düşünüyorum ne dersin marjo? dedi.

Hülya avşar'ı gördüm sonra. O da yanıma gelip ergen kızından falan bahsetti bi şeyler geveledi. Güneş gözlüğü çok tatlıydı.

Sokak çocukları vardı sonra. İşçileri, memurlar, öğrenciler, doktorlar, avukatlar, sanatçılar, esnaf ve daha nice sıfatlısı. Olum dedim Tayyip bunlar ne abi?

Reco tabi o sırada konuşma hazırlayan danışmanlarına bağırıyordu. Ulan bi tane doğru dürüst konuşma hazırlayamadınız bana ulan! diye sinirleniyordu. Bi kaç kankasına mesaj attı. "Kanka ben hava alanına gidince iniş yapınca falan beni karşılarmış gibi yapsanıza kanka." gibisinden bi şeyler yazıyordu.

Vali Mutlu yanıma geldi onlar dedi Marjinal Grup dedi. Bıyıklarını yanagıma sürterek babacan tavırlar sergileyerek. bana evladım ayakları çekti falan.

Sonra parktan bi piyano sesi duydum baktım ortaya kuyruklu piyano koymuşlar falan tango yapanından tut, kütüphane kuranına, yemek dagıtanından, temizlik yapanına...
 Tabi artık rüyada oldugumu anlamıştım. Gittim Parkın her yerine sıçtım. İşedim.

Şimdi de yeni uyandım böyle karışık bir rüya gördüm işte.
Bir kaç arkadasım da böyle rüyalar gördüğünü söylüyor.

İyi olacak mıyım doktor bey?
Sevgilerimle,

Emre Tanrıverdi

07 Mayıs 2013

Eminönü Mayıs 2013

mırıtılı bir gündü.
güneşin doğuşunu bekledik.
bekçi metin bize hanın kapılarını açtı
 sabahın 4'üydü ve 5'iydi ve 6'sıydı.

25 Nisan 2013

24 Nisan 2013

21 Nisan 2013

10 Nisan 2013

müzikli günlük









Müzisyen arkadasları yakalayıp doğaçlama şarkılar kaydetmeye başladım bu aralar. Sonra da bunlar ilerde bana güzel bir dönemimin anıları olacaklar. bana katılmak isteyen herkesin davetine açığım. Bu böyle naif bir proje olarak devam eder de ilerde dinleriz işte.

çocuklarıma dinletirim ilerde. "Bak o zamanlar böyle arkadaslar vardı." "aa bak böyle bi şarkı yapmıştık" derim. 

Ses kalitesinin yerlerde oldugunu belirtmek de gerek sanırım. baya yok kalite falan. takılıyoruz öyle...

https://soundcloud.com/emretv

08 Nisan 2013

İstanbul VS. Bodrum





Yaklaşık 5 gündür Bodrum'dayım.
İstanbul'da doğaya hasret kalmışım. Birazdan gidip civar köylerdeki ağaçları öpücem. Dağ var bi' tane arkada ona gidip bağrıma basıcam taşları. Sonra güneş doğarken yaşlı çift arayışına çıkıcam. Bulursam şayet sahilde yürüyen o yaşlı çifti; o zaman hayat hakkında bir kaç şey sorucam.

Sanırım bir yerlerde çok büyük yanılmış insanoğlu. İki deniz, iki bayır çimen görünce yaşadığım şaşkınlık ve mutluluk ne kadar da bize ait olması gereken bir değer halbuki.

Şehirlerde binalar arasında yıllardır metrolarla, metrobüslerle, sempatik taksi şöforleriyle ordan oraya gidiyorum.

Yıllardır İstanbul'da yaşıyorum. Yıllardır betonun içinde güzel adam/ kadınlarla aslında doğanın kendine ait şarkısını söyleyeceğim diye ne çabalıyorum ben bu kadar?

Doğa'nın her hareketini durup incelediğimde ne kadar sakin takılıyor bu diyorum.
Halbuki insanoğlu yıllar önce "normal"ini terk edip ona "sakin" deme ihtiyacına girmiş. Onun telaşı yüzünden yorgunuz biz.

Hergün kahkaha atıp, güzel yemekler yiyip, sevişerek. Bir kaç güzel resim yapıp şarkı söyleyerek geçebilir bir ömür. Otobüs yığını haline gelen normal dediğimiz hayatımızın tam da aksine şaşaalı ve zaferlerle dolu bir yaşam var.

Doğaya ait erdemin sığınabileceği yer değil şehir şairim.
Bilirim.
Doğayı getirene kadar
İç gizli şarabından sakince.
Kal şehrinde,
Bil kendini Apollo gibi

Sonrası bağlar bizim,
Şarap bizim...

elif& köpek


Çetin Özdemir çektiydi

Bodrum Nisan 2013










Fotografları  Tunç Küçükaslan çektiydi.
Ben de editleyivedim


01 Nisan 2013

Gül ile Bülbül

"
Genç öğrenci: "Al bir gül görürsem benimle dans edeceğini söyledi. Fakat bütün bahçemde bir tane bile al gül yok." diye ağladı. 

Bülbül Karameşenin içindeki yuvasından bunu duydu, yaprakların arasından bakıp merak etti. 

Genç: "Bütün bahçemde bir tanecik al gül yok!" diye ağladı, gözleri yaşla doldu. "Ah şu mutluluk... ne hiçten şeylere bağlı! Bütün akıllı insanların yazdıklarını okudum, felsefenin bütün sırlarına erdim de gene kırmızı bir gülün yokluğu hayatımı perişan ediyor." 

Bülbül: "İşte nihayet “gerçek âşık”ı buldum." dedi. "Hiç tanımadığım halde onu gecelerce terennüm ettim, gecelerce onun destanını yıldızlara okudum, şimdi kendini görüyorum. Saçları sümbül kadar koyu; dudakları yüreğinin titrediği gül kadar al. Fakat ihtiras yüzünü fildişi gibi soldurmuş, keder alnına damgasını vurmuş. 

Genç öğrenci, "Prens yarın gece balo veriyor." diye söylendi, "Sevgilim de gidecek. Al bir gül götürebilirsem gün ağarıncaya kadar benimle dans edecek. Kırmızı bir gül götürebilsem, onu kollarımın arasına alacağım, o başını omzuma dayayacak, elleri de avucumun içinde kalacak. Fakat bahçemde hiç al gül yok, demek yapayalnız bir köşede oturacağım, o da yanımdan geçecek, bana hiç bakmayacak, gönlüm kırılacak.” 

Bülbül, "İşte gerçek âşık bu." dedi. 

"Benim şakıdıklarımın acısını o çekiyor: bana heves, ona yas. Aşk acayip bir şey kesinlikle! 

Zümrütlerden daha değerli, gökkuşağından daha değerli. İncilerle, lâllerle değişilemez, pazara da çıkarılamaz. Ne tacirlerden parayla alınabilir, ne de altın teraziyle tartılır ... " 



Genç öğrenci, "Orkestra çoşkuyla çalacak, sevgilim de harpla kemanın sesine uyup dans edecek. Öyle hafif dans edecek ki ayakları bile yere değmeyecek, mabeyinciler de etrafına üşüşecek, fakat benimle dans etmeyecek, çünkü ona verecek al gülüm yok.» diye kendini otların üstüne attı ve elleriyle yüzünü kapayıp ağladı. 

Kuyruğu havada küçük bir Yeşil kertenkele yanından hızla geçerken sordu, 

"Niye ağlıyor?" 

Bir güneş hûzmesinde titreyip duran Kelebek: 

"Sahi, neye?" dedi. 

Bir papatya, yanındakine fısıldadı: 

"Evet neye?" 

Bülbül cevap verdi, 

"Bir al gül için ağlıyor." 

Hepsi bir ağızdan: 

"Al gül için mi?" diye bağırdılar. "Ne gülünç şey!" 

Küçük Kertenkele de pek alaycı bir şeydi, kahkahayla güldü. 

Fakat Bülbül, Öğrencinin kederindeki sırrı anladı. meşe ağacında sessiz sessiz oturup aşkın esrarını düşündü. 

Birdenbire boz kanadlarını açıp kendini havaya bıraktı. Ağaçlı yamaçların içinden bir gölge gibi bahçeyi dolaştı. 

Çimen tarhın ortasında güzel bir gül fidanı vardı. Bülbül bunu görünce sürgünlerinden birinin üzerine kondu. 

"Bana al bir gül ver de sana en güzel şarkımı okuyayım." dedi. 

Fakat fidan başını iki tarafa salladı. 

"Benim güllerim beyazdır." diye cevap verdi. "Denizin köpüğü kadar beyaz. Dağların üstündeki karlardan daha beyaz. Fakat eski güneş saatinin etrafında yetişen kardeşime git. Belki istediğini o verebilir." 

Bülbül de eski güneş saatinin etrafında yetişen gül fidanına gitti. 

"Bana al bir gül ver de sana en güzel şarkımı okuyayım." diye seslendi. 

Fakat fidan başını iki tarafa salladı: 

"Benim güllerim sarıdır…" diye cevap verdi. "Kehribar bir taht üstünde oturan deniz kızının saçları kadar sarı. Tırpancılar tırpanlarıyla gelinceye kadar çayırlıkta açılan altın top çiçeğinden daha sarı. Fakat öğrencinin penceresinin altında yetişen kardeşime git, belki istediğini o verebilir." 

Bülbül de öğrencinin penceresi altında yetişen gül fidanına gitti. 

Fakat fidan başını iki tarafa salladı. "Benim güllerim aldır." diye cevap verdi. 

"Kumrunun ayakları kadar al, okyanusun kovuklarında sere serpe dalgalanan mercan kanatlarından daha al. Fakat kış, damarlarımı kavurdu, don tomurcuklarımı kopardı, bora kırdı. Bu yıl artık hiç gül veremiyeceğim. 

Bülbül, "Bütün istediğim al bir gül." diye haykırdı. "Bir tanecik al gül! Onu elde etmemin hiçbir çaresi yok mu?" 

Fidan, "Bir çare var" dedi "Fakat o kadar korkunç ki söylemeye cesaret edemiyorum." 

Bülbül, "Söyle, ben korkmam." dedi. 

Fidan, "Al bir gül istiyorsan, onu ay ışığındaki ezgilerden kendin yaratıp, kendi kalbinin kanıyla boyayacaksın. Kalbini bir dikene dayayıp bana şarkı okumalısın; diken kalbini delmeli, senin can kanın da benim damarlarımdan içeri boşalıp benim olmalı" 

Bülbül, "Bir al gül için ölüm çok yüksek paha," diye haykırdı, "bütün âlem için de hayat çok kıymetli. Yeşil koruda oturup altın arabasında güneşi, inci arabasında da ayı seyretmek ne güzel! Karaçalının baygın kokusu tatlı, vadilere gizlenen mavi boru çiçekleri hoş, kırlarda biten fundalar sevimli. Fakat gene Aşk, Hayattan üstün. Sonra insan kalbinin yanında bir kuşun yüreği nedir ki?" 

Ve boz kanatlarını açıp kendini havaya bıraktı. Bahçenin üzerinden bir gölge gibi silindi, bir gölge gibi ağaçlı yamaçtan indi. 

Hâlâ genç öğrenci bıraktığı yerde çimende yatıyordu, güzel gözlerindeki yaşlar da hala kurumamıştı. 

Bülbül, "Mutlu ol" diye haykırdı, "Mutlu ol, al güle kavuşacaksın! Ben onu ay ışığında ezgilerden yaratıp yüreğimin kanıyla boyayacağım…. Buna karşılık bütün senden istediğim hakiki bir âşık olmak, zira aşk felsefeden akıllıdır, felsefe akıllıysa da, kudretten daha dehşetlidir, kudret dehşetliyse de… Kanatları alev rengindedir.. Alevle boyalı vücudu vardır. Dudakları bal kadar tatlı, nefesi karanfil buhûru gibidir.” 

Öğrenci çimenden başını kaldınp baktı ve dinledi, fakat bülbülün kendisine ne söylediğini anlayamadı, çünkü o ancak kitaplarda yazılı şeyleri bilirdi. 

Fakat meşe ağacı anladı, üzüldü, çünkü kendi dalları arasında yuva kuran Bülbüle pek düşkündü. 

"Bana" dedi, "son bir şarkı oku, çünkü sen gidersen pek kimsesiz kalacağım." 

Ve Bülbül Meşe ağacına şarkı okudu, sesi gümüş bir testiden dökülen suyun sesini andırıyordu. 

O şarkısını bitirince öğrenci kalktı, cebinden bir defterle bir kurşun kalem çekip çıkardı. 

Ağaçlıktan çıkarken kendi kendine: 

"Bülbülde şekil var, bu inkar edilemez; fakat duygusu var mı? Hiç zannetmem. Tıpkı birçok sanatkâr gibi, baştan başa üslûp, samimiyeti hiç! Kendini başkası için feda etmez, bütün düşüncesi musikî; herkes de bilir ki sanat hodbindir. Gene kabul etmek lazım ki sesinde bazı güzel nağmeler var. Yazık bunlar hiçbir mana ifade -etmiyor, eylemde bir işe de yaramıyor." Diye not aldı… Odasına gidip küçük ot yatağına uzandı ve sevgilisini düşünmeye başladı, az sonra da uykuya daldı. 


Gökyüzünde Ay görününce Bülbül gül fidanına gidip göğsünü dikene dayadı. Bütün gece göğsü dikende öttü, buz gibi billur Ay da sarkıp onu dinledi. Bütün gece öttü, diken göğsünden içeri girdi, ve can kanı vücudundan çekildi. 

İlkin oğlanla kızın içinde doğan aşkı terennüm etti ve Bülbülün şarkıları birbiri arkasına sıralandıkça gül fidanının en üst sürgününde yaprak yaprak nefis bir gül açıldı. Önce uçuk bir rengi vardı, nehirlerin üzerine serilen sis kadar uçuk. Sabahın ayakları kadar soluk. İlk alacakaranlığın kanatları gibi gümüştendi. Tıpkı bir gülün gümüş bir aynaya vuran aksi, gümüş bir suya vuran gölgesi nasılsa gül fidanının en üst dalında açılan gül öyleydi. 


Fakat Gül fidanı Bülbüle, "Dikene daha sıkı yaslan” diye seslendi. "Daha sıkı yaslan küçük Bülbül, daha sıkı yaslan, yoksa gül bitmeden gün doğacak." 

Bülbül dikene daha sıkı yaslandı ve ötüşü kat kat yükseldi, çünkü erkekle kızın ruhundaki ihtirasın doğuşunu terennüm ediyordu. 

Ve gülün yapraklarını hafif bir pembelik bürüdü…. Tıpkı gelinin dudaklarını ilk öpüşünde güveyinin yüzünü kaplayan pembelik gibi. Fakat daha diken gülün kalbine değmemiş, gülün kalbi de beyaz kalmıştı, çünkü gülün kalbini ancak bir bülbülün kalbindeki kan kızartabilirdi. 

Fidan Bülbüle, "Daha sıkı yaslan." diye seslendi, "Daha sıkı yaslan küçük, Bülbül, daha sıkı yaslan, yoksa gül bitmeden gün doğacak." 

Bülbül dikene daha sıkı yaslandı, diken de Bülbülün kalbine değdi, ve bütün vücudunda acı bir ıstırap ürperdi. Yana yana acıdı, acı acı öttü, çünkü ölümle tamamlanan aşkı, mezarda ölmeyen aşkı terennüm ediyordu. 

Nefis gül kızardı, tıpkı şark havasının gülü gibi, yaprakların çevresi kıpkırmızıydı, kıpkırmızı kalb yakut gibiydi. 

Fakat Bülbülün sesi hafifledi, kanatları titremeye başladı, gözüne bir perde geldi, şarkısı gitgide soldu, soldu, boğazına bir şey düğümlenir gibi oldu. 

Son coşkun bir nağme saldı, beyaz Ay işitti, fecri unuttu, gökyüzünde kalakaldı. Al gül duydu, bütün vücudu titremeyle ürperdi, ve yapracıklarını soğuk sabah havasına serdi. Yankı onu kırlardaki eflâtun mağarasına taşıdı, uyuyan çobanlan rüyalarından ayırdı; nehrin sazları üzerinden esti, onlar da haberini denize götürdü. 

Fidan, "Bak, bak!" dedi, "Artık gül tamamlandı." Fakat Bülbül cevap vermedi, çünkü uzun çayırların içinde, kalbinde diken, cansız yatıyordu 

Öğleyin öğrenci penceresini açıp dışarıya, "Aman ne eşsiz bir talih" diye haykırdı. "İşte al bir gül…! Bütün ömrümde hiç böyle bir gül görmedim. O kadar güzel ki mutlaka uzun, Latince bir adı vardır." Ve uzanıp kopardı. 

Sonra şapkasını giyip elinde gülle koşa koşa profesörün evine gitti. 

Profesörün kızı kapı önünde oturmuş bir makaraya mavi ipek sarıyor, köpeği de ayağının dibinde yatıyordu. 

Öğrenci, "Al bir gül getirirsem beniınle dans edeceğinizi söylemiştiniz," dedi, "işte bütün dünyanın en al gülü. Bu gece tam kalbinizin üstüne takacaksınız, biz dans ederken sizi nasıl sevdiğimi o anlatacak." 

Fakat kızın kaşları çatıldı. 

"Galiba giysilerime yaraşmayacak." cevabını verdi. "Sonra Başmabeyinci'nin yeğeni bana saf mücevher göndermiş, herkes de bilir, mücevherler çiçeklerden çok pahalıdır..!” 

Öğrenci hiddetle, "Vallahi pek nankörmüşsünüz."diye gülü sokağa fırlattı; gül oradan su yoluna düştü ve üzerinden bir arabanın tekerleği geçti. 

Kız, "Nankör ha?" dedi, "Ben size bir şey söyleyim mi? Siz pek kabasınız; nihayet siz kim oluyorsunuz? Bir öğrenci parçası. Eminim. ayakkabınızda Başmabeyincinin yeğenindeki gibi gümüş toka bile yoktur." diye sandalyesinden kalkıp eve girdi 

Öğrenci dışarı çıkarken, "Aşk ne saçma şeymiş" dedi, "Mantığın yarısı kadar bile faydası yok, çünkü hiçbir şey ispat etmiyor, sonra daima olmayacak şeylerden birini söylüyor, insanı da doğru olmayan şeylere inandırıyor. Doğrusu eylemde hiç yararı yok… Hem bu yüzyılda eylem her şeyin başı, ben gene de felsefeye dönüp metafizikle uğraşayım" diye odasına gitti ve koskoca tozlu bir kitap çıkarıp okumaya başladı."


Oscar Wilde / Gül ile Bülbül

29 Mart 2013

şüphemiz yükümüz vesaire



Korkuyla bakan gözdür şüphe. Ve ıslığı yoktur onun.
Olsaydı ağlayabilirdi de.

O, şimdi tutsaklığına hayran olur. 
Çok yol bozulur.

Bilmez ki aslında yol yoktur. 
Karar vermek yoktur.
Zarar görmek yoktur.
Mutlu olmak da yoktur.
Hiç bir şey yoktur ki.
Uzaydayızdır biz. Dönüyoruzdur. 

Artık orda sen, sen olamazsın.
Seninle alakası olmayabilir bunun.
Ve benimle hiç yoktur bir bağı senden öteye.

Atomların işidir bu.
O en küçük, o en ilahi, o en bilinmez.

Önceden lanetlediğin bir şarkı gelir kulağına. 
O şarkı bu şarkı değil. Bu şarkı o şarkı değil.
Şarkı diye bir şey de yoktur aslında.
Dans et ister,
Eşlik et ister ıslıkla.

17 Mart 2013

Derdimiz


Bir adam gördüm Nişantaşı'nda otopark görevlisi.

Küçük kıza koşma yavaş git diyerek sevgisini gösterdi.

Bir tezgah vardı önümüzde.

Sahibinine "koş koş, koş! fırla fırla fırla! müşteri geldi!" diyerek seslendi.

Bir adam gördüm yine orda

Masadaki kuş pisliklerini temizlerken yukarı çevirdi başını, yaşlı güzel ağaca...

"Şerefsizler!" dedi kuşlara.


Biz ahmakız ağacın altında durmakla, kuşlar o ağaca dair be amca.


Kız çocugu koşmazsa, ağaç ağaç değil.


Kuşlar masaya sıçmazsa derdimiz güzel değil.



Kendime notlar


Zamanın yoksunlugunda bir kütle olmalısın
Ve sevgiyle alakalı her notayı duymalı kulakların
Alakadan kaçan mütevazı ahlakının düşmansı yanıyla savaşmalısın.
Bencilliğe varıp; insana vermelisin bencilken aldıgını.

Hurilere, tanrılara dil çıkarmalısın.
Kahkahanı duyan  imrenerek evinin yolunu tutmalı. Bu defa diğer sokakları gezerek gitmeli.
Bırak; Ukala, densiz, abartılı ol onların gözünde. Anlatmalısın bildiğini, ruhunu. Yerinde duramamalısın.

Fetihler planlamalısın tininde ve ışıklar saçmalısın kör kapılara anahtarlarınla.

Şeylerin habercisi olmalısın konuya dair olmayan.
Ve heyecanını kaybedeceğin yerde dikilmelisin dağın tepesine ellerin belinde.
Sesin müzik olmalı. Kelamın aşk
Delice dans etmelisin.


Acımalısın kötüye, ve onu sevmeli.
Nefreti hissettiğin yerde tüm sevgini vermelisin cömertçe.

İşte o zaman yaşarsın.

10 Mart 2013

Ayraç

buraya bir ayraç koyuyorum. yeri geldiğinde hatırlamak için.

28 Şubat 2013